12 Nisan 2021 Pazartesi

Öfkene Yön Ver


 Sinirleri fena halde yıpranmış bir toplumuz. Sokakta, okulda, devlet

dairesinde, plazada, evde, internette sürekli olarak negatif enerji yayan, birbirine

çatan, karşısındaki kişiyi bir kaşık suda boğubilecek olan, gerçekten de incir

çekirdeğini doldurmaz nedenlerle çevreye ve çevresindekilere zarar veren

insanlarla dolu bir toplumuz biz. Bu öfkenin ardında bireysel ve toplumsal birçok

neden olabilir. Önemli olansa öfkeyi kontrol edip öfkenin kökenine inerek onu

sönümlemektir. Ancak Pankaj Mishra'nın Öfke Çağı kitabında olduğu gibi öfke her

zaman zararlı bir şey olmak zorunda da değildir. Öfkesi olmayan, bir şeyleri dert

edinmeyen, hayatla kavgası olmayan insanların anlamlı bir gelecek inşa etmesi de

pek mümkün olmaz diye düşünüyorum. Ancak bizim ülkemizde çiğ bir öfke söz

konusu. Sebebine inilmeyen, sadece dışa vurulmayı bekleyen, üzerine

düşünülmemiş ham bir öfke.


Bu denli büyük bir öfke yığılmasının ardında toplımsal konuların yer aldığını

söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Ezilenler, hak ettiğini elde

edemeyenler, en çok çalışıp en az kazananlar, evine ekmek götüremeyenler,

haksızlığa uğrayanlar, torpil olmadan işe giremeyenler, işi ve evi arasında her gün

iki iki toplamda dört saat zaman harcayanlar, markete girip birkaç parça şeye

onlarca lira ödeyenler elbette öfkeli olacak. Bu kişilerin öfkeli olmaması garip olurdu

esas. Ama biz öfke kontrolü bakımından kendini tutamayan bir ülkeyiz. Tepkiselliğe,

tezcanlılığa çabucak teslim oluyor ve bir anda parlıyoruz. Bana kalırsa Mishra'nın

da dediği gibi öfkenin not alınması gerekir. Öfkelenilen durumları bir bir hatırda

tutmak ve uygun şart doğduğunda bu öfkenin nedenini kökünden kazımak gerekir.

Burada tabii ki Nazilerin veya Işid'in yaptığı gibi bir "kökünü kazıma"dan bahsediyor 

değilim tabii ki. Ama toplumu derinden yaralayan konuların yine toplumun ortak

dayanışması sonucu kurutulması gerekiyor. Bir insan işe giremediği için kendini

suçluyor ve kendine kızıyor olabilir. Ama o kişi, büyük ihtimalle kendisine "referans"

olacak önemli birilerini tanımadığı için işe giremiyor olabilir mi? Olabilir bile

diyemiyorum, çünkü memleketin halini ve iş dünyasında dönen dümenleri yakından

bildiğim için durumun bu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. İşte dananın

kuyruğu da burada kopmuyor mu sayın okur? Yaşananları gören kesim öfkeden

kendini yiyor ve girişimde bulunmak için organize olamıyor. Yaşananları görmeyen,

görmek istemeyen, görmezden gelen kesim ise meselenin kendinden kaynaklı

olduğunu, sorunun sistemde değil, kendinde olduğunu düşünüyor. İşte neoliberal

düzen, insanların sinirlerini bu şekilde harap ediyor. Tabii bu öfke patlamalarının

kolektif bir hal aldığını ülkemizde ve özellikle Orta Doğu'da yakın bir tarihte gördük

ve açılan yeni kapıları, yeni imkanların ortaklaşa yaratılabileceğini de deneyimledik.

Bence bu olaylar, öfkenin kanalize edildiğinde büyük bir anahtar işlevi gördüğünü

açık seçik ortaya koydu. Öfkelenip içine kapanmaktansa öfkelendiren şeylere karşı

sesini yükseltmek, sessiz kalmamak çağındayız. Öfke çağından ziyade artık öfkeyi

dışavurum çağında olmamız gerekiyor. Ülkemizde öfkenin kolektif olarak

dışavurumu bir daha ne zaman tekerrür eder, o konuda da çekincelerim yok değil,

malum.


Diyebilirim ki öfkelendiğimiz zaman durup bir düşünmek gerekiyor: Beni

öfkelendiren şey ne? Bu tamamen kendime özgü bir durumdan mı kaynaklanıyor,

yoksa dışarıdan bana doğru uzanan bir meselenin bakiyesi mi diye düşünmek icap

ediyor. Sadece bu şekilde agresif ve mutsuz bir toplum olmaktan kurtulunabilir

kanısındayım. Kendi sorunumuzu teşhis etme konusunda biraz daha deneyimli ve 

donanımlı olmayı mecbur kılıyor bu coğrafyada yaşamak. Ya da belki de İbn-i

Haldun'un dediği gibi "Coğrafya kaderdir." ve biz de kaderimizi yaşıyoruzdur.

Olabilir, ancak bu da bizim kaderimiz olabilir ama kimse kaderine razı olmak

zorunda değil. Coğrafya kaderdir, ancak kadere katlanmak ve katlanmamak da

kişinin kendi iradesine dair bir olaydır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder