Sinirleri fena halde yıpranmış bir toplumuz. Sokakta, okulda, devlet
dairesinde, plazada, evde, internette sürekli olarak negatif enerji yayan, birbirine
çatan, karşısındaki kişiyi bir kaşık suda boğubilecek olan, gerçekten de incir
çekirdeğini doldurmaz nedenlerle çevreye ve çevresindekilere zarar veren
insanlarla dolu bir toplumuz biz. Bu öfkenin ardında bireysel ve toplumsal birçok
neden olabilir. Önemli olansa öfkeyi kontrol edip öfkenin kökenine inerek onu
sönümlemektir. Ancak Pankaj Mishra'nın Öfke Çağı kitabında olduğu gibi öfke her
zaman zararlı bir şey olmak zorunda da değildir. Öfkesi olmayan, bir şeyleri dert
edinmeyen, hayatla kavgası olmayan insanların anlamlı bir gelecek inşa etmesi de
pek mümkün olmaz diye düşünüyorum. Ancak bizim ülkemizde çiğ bir öfke söz
konusu. Sebebine inilmeyen, sadece dışa vurulmayı bekleyen, üzerine
düşünülmemiş ham bir öfke.
Bu denli büyük bir öfke yığılmasının ardında toplımsal konuların yer aldığını
söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Ezilenler, hak ettiğini elde
edemeyenler, en çok çalışıp en az kazananlar, evine ekmek götüremeyenler,
haksızlığa uğrayanlar, torpil olmadan işe giremeyenler, işi ve evi arasında her gün
iki iki toplamda dört saat zaman harcayanlar, markete girip birkaç parça şeye
onlarca lira ödeyenler elbette öfkeli olacak. Bu kişilerin öfkeli olmaması garip olurdu
esas. Ama biz öfke kontrolü bakımından kendini tutamayan bir ülkeyiz. Tepkiselliğe,
tezcanlılığa çabucak teslim oluyor ve bir anda parlıyoruz. Bana kalırsa Mishra'nın
da dediği gibi öfkenin not alınması gerekir. Öfkelenilen durumları bir bir hatırda
tutmak ve uygun şart doğduğunda bu öfkenin nedenini kökünden kazımak gerekir.
Burada tabii ki Nazilerin veya Işid'in yaptığı gibi bir "kökünü kazıma"dan bahsediyor
değilim tabii ki. Ama toplumu derinden yaralayan konuların yine toplumun ortak
dayanışması sonucu kurutulması gerekiyor. Bir insan işe giremediği için kendini
suçluyor ve kendine kızıyor olabilir. Ama o kişi, büyük ihtimalle kendisine "referans"
olacak önemli birilerini tanımadığı için işe giremiyor olabilir mi? Olabilir bile
diyemiyorum, çünkü memleketin halini ve iş dünyasında dönen dümenleri yakından
bildiğim için durumun bu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. İşte dananın
kuyruğu da burada kopmuyor mu sayın okur? Yaşananları gören kesim öfkeden
kendini yiyor ve girişimde bulunmak için organize olamıyor. Yaşananları görmeyen,
görmek istemeyen, görmezden gelen kesim ise meselenin kendinden kaynaklı
olduğunu, sorunun sistemde değil, kendinde olduğunu düşünüyor. İşte neoliberal
düzen, insanların sinirlerini bu şekilde harap ediyor. Tabii bu öfke patlamalarının
kolektif bir hal aldığını ülkemizde ve özellikle Orta Doğu'da yakın bir tarihte gördük
ve açılan yeni kapıları, yeni imkanların ortaklaşa yaratılabileceğini de deneyimledik.
Bence bu olaylar, öfkenin kanalize edildiğinde büyük bir anahtar işlevi gördüğünü
açık seçik ortaya koydu. Öfkelenip içine kapanmaktansa öfkelendiren şeylere karşı
sesini yükseltmek, sessiz kalmamak çağındayız. Öfke çağından ziyade artık öfkeyi
dışavurum çağında olmamız gerekiyor. Ülkemizde öfkenin kolektif olarak
dışavurumu bir daha ne zaman tekerrür eder, o konuda da çekincelerim yok değil,
malum.
Diyebilirim ki öfkelendiğimiz zaman durup bir düşünmek gerekiyor: Beni
öfkelendiren şey ne? Bu tamamen kendime özgü bir durumdan mı kaynaklanıyor,
yoksa dışarıdan bana doğru uzanan bir meselenin bakiyesi mi diye düşünmek icap
ediyor. Sadece bu şekilde agresif ve mutsuz bir toplum olmaktan kurtulunabilir
kanısındayım. Kendi sorunumuzu teşhis etme konusunda biraz daha deneyimli ve
donanımlı olmayı mecbur kılıyor bu coğrafyada yaşamak. Ya da belki de İbn-i
Haldun'un dediği gibi "Coğrafya kaderdir." ve biz de kaderimizi yaşıyoruzdur.
Olabilir, ancak bu da bizim kaderimiz olabilir ama kimse kaderine razı olmak
zorunda değil. Coğrafya kaderdir, ancak kadere katlanmak ve katlanmamak da
kişinin kendi iradesine dair bir olaydır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder