![]() |
Melankoli çok ilginç bir duygu. Hüzün, umutsuzluk, keder, yorgunluk, sarhoşluk gibi
durumlara çok benziyor, bunların karışımı gibi ama hiçbirine benzemiyor. Melankolinin
Anatomisi adlı eserde bu duygunun çok farklı boyutları inceleniyor. Bu duygunun farklı
yönlerine dair bir perspektif kazanmak çok keyifli oldu, ancak ben bu yazıda kendi
melankoli tecrübelerimi paylaşmak ve insanın neden melankoliye "düştüğünü"
cevaplamaya çalışmak istiyorum.
Bana kalırsa melankoli duygusu, insanın kendi kendine tetikleyebildiği bir duygu. Yani
herhangi bir dışsal faktöre gerek olmaksızın melankoli duygusu tecrübe edebilir insan. Zira
ne keder ne umutsuzluk ne de hüzün de olan bir şey var melankolide. O da melankolinin
son derece keyifli bir duygu olması. Yani umutsuzken, üzüntülüyken kişinin canı hiçbir şey
yapmak istemez; dünyaya ve insanlara karşı ilgisi azalır. Fakat bana kalırsa melankoli bu
tür olumsuz duyguları birer keyfe dönüştürebilecek bir yapıya sahip. Müzik dinlemek,
manzara seyretmek, sigara içmek, sokaklarda boş boş gezmek melankolik bir ruh halinde
çok daha anlam kazanır ve kişiye hiçbir duygu altında bulamayacağı hazlar verir. Kişinin
kendini yalnızlaştırması, geceleri sabahlara kadar düşünmesi, bir şeyle okuyup yazarken
kendi iç dünyasının arka odalarına girebilmesi gibi durumlar melankolik bir ruh hali
altındayken çok daha belirgin oluyor. Bu bağlamda kişinin yaratıcı gücünü dürten bir yanı
olduğunu düşünüyorum melankolinin. Zira mutluluk, neşe ya da keder, üzüntü altında
insan zihninin belli bir konuya tüm yönleriyle odaklanamadığını düşünüyorum ben. Ancak
melankolide bir tür kabullenmişlik ve isyandan münezzeh bir hava sezinliyorum. Bunun da
kişiyi özellikle sanat alanında ilerletebileceğini düşünüyorum. Kendi özgeçmişime şöyle bir
bakıyorum da melankolik bir ruh hali altında olduğum zaman oldukça üretken bir
insanmışım. Kısa filmler, şiirler, istikrarlı bir şekilde devam ettirilen günlükler, bir ayda
izlenen 25 film, konserler, tiyatro oyunları... Hepsini kendimi bir şekilde yalnız ve hüzünlü
hissettiğim, ancak durumumdan çok da şikayetçi olmadığım dönemlerde yapmışım.
Kıymetli Sabahattin Ali de Melankoli adlı şiirinde bu meseleyi çok naif bir biçimde
anlatmayı başarmıştır hani. “Hafif bir sızı” lazım belki de bazılarına. Yaşadığını anlamak
için bir miktar sızısı olmalı insanın. Bu sızı kişiye varlığını, varoluş amacını, hayatta neler
yapmak gerektiğini hatırlatır; kişiye bir yön çizmesini salık verir durmaksızın. Bu yüzden
melankolik bir ruh haline sahip insan depresyonda değildir, depresyon kişiyi işlevsiz kılar.
Ancak melankoli yaratıcı teamülü kışkırtır ve kişiyi çıkış yolu aramaya sevk eder.
Sabahattin Ali'nin melankolik bir yapıya sahip olduğunu eserlerindeki havadan anlayabiliriz
örneğin. Melankoli onu yazmaya, üretmeye, söylemeye itmiştir bence. Kürk Mantolu
Madonna adlı enfes eseri kadar melankolinin dibine vurulan başka bir hikaye var mıdır?
Bence melankoli kavramını bu eserden daha iyi işleyen ve hissettiren başka bir eser yoktur
edebiyatımızda.
Sözlerime son vermeden önce vurgulamam gereken bir nokta da melankoli duygusuna
kapılabilen bir kişiden zarar gelmeyeceğidir. Çünkü bu duygu ancak naif insanlarda
meydana gelebilir diye düşünürüm ben hep. Keder herkeste olabilir, herkes neşe duyabilir
fakat ancak belli bir bilinç düzeyine sahip kişilerin, duygusal zekası yüksek kişilerin
melankoliyi tadabileceğini ve bu duygunun yol açtığı çatlaklardan sızıp bir şeyler
üretebileceklerini sanıyorum kendi adıma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder