Geçtiğimiz gece uykuya yatmadan önce internette bir alıntıya denk geldim. Reşat Nuri
Gültekin'in Çalıkuşu romanında yer alan bu ifade tam olarak şöyle: "Derler ki; aşk, birine
seni yok etme kudreti verip, bunu kullanmama hususunda ona itimat etmekmiş." Evet,
ifade bu şekilde. Ben aşk hakkında yazılan romanları, sevda şiirlerini, duygu yüklü şarkıları
çok severim. Ancak hayatımda ilk kez aşkın bu kadar kusursuz tarif edildiğini gördüm.
Birine kendi irademizle güç verip sonra da o gücün aleyhimize kullanılmamasını ummak
aşkın en kusursuz tarifi olsa gerek. Tabii bu alıntıyı okuduktan sonra zihnimde epey süre
bu ifadeyi evirip çevirdim. Gecenin bir yarısında bana tekrar aşk hakkında düşünme ya da
en azından fikir jimnastiği yaptıran bu söz tüm uykumu ve biraz da huzurumu kaçırdı.
Bence aşk çok yorucu bir süreç. Bir insanın hem kendini anlaması ve taşıması, hem
karşıdaki kişiyi anlaması ve taşıması, hem de ortadaki ilişkiyi anlaması ve taşıması
gerekiyor. Karakterler farklı, hayat görüşleri farklı, hayat tecrübeleri farklı, beklentiler farklı
ve daha pek çok şey farklı. Ancak tüm bu farklar, bir ruhsal ve cinsel çekim temelinde
görmezden gelinebiliyor.
iki tarafın da lehine olacak şekilde meydana gelmesine pek ihtimal veremiyorum. Sonunda
bir tarafın duygusu soluyor, hevesi ve heyecanı geçiyor. Daha çok seven taraf ise işte
Gültekin'in dediği gibi üstünün çizilmemesi için dua etmekten başka bir şey yapamıyor. Bu
süreç bana inanılmaz derecede yorucu geliyor. Aşkın getirisinden çok götürüsü olduğunu
düşünüyorum. Aşkın hayat enerjisini sömürdüğünü düşünmeme rağmen bir yanımda ilginç
bir şekilde bu düşünceyi yadsıyıp redddiyor. Yani aşkın hem bir karanlık ve ağır tarafı var
hem de günleri daha da aydınlatan ve insanı tüy gibi hafifleten bir yanı var. Hayatta
birbirinden bu kadar ayrı, adeta 180 derece farklı özellikleri bulunan başka bir kavram,
olgu, olay ya da duygu var mıdır bilemiyorum.
Aşkın yorucu bir süreç olduğunu belirtmeme rağmen sevdalanılan kişi sayesinde tüm
yorgunlukların ortadan kalktığını da söylenebilir sanıyorum. Kendi tecrübelerimi
düşünüyorum da aşık olduğum zamanla birkaç saatlik uykuyla bile ne kadar dinç
olduğumu hatırlıyorum. Ben ki müsaade edilse günün 23 saati uyuyabilecek biri olarak
birkaç saatlik uykuyla dünyanın en neşeli, en mutlu insanı olabiliyordum. Ortada bir gönül
meselesi söz konusu olunca her şeyin mümkün olabileceği düşüncesine sahip olmak,
yaşamdaki tüm potansiyelimizi ortaya çıkarmak için gece gündüz çalışmaya sevk ettiği için
de aşkın yaratıcı bir enerji saçtığını peşinen söyleyebilirim.
Peki nasıl oluyor da bu duygunun iki ucu da bu kadar keskin olabiliyor? Doğrusu bu soruyu
cevaplayabilme haddini kendimde görmüyorum. Ancak yine de kapanış mahiyetinde şunu
diyebilirim: Aşk dipten dike bir şeydir. Denizin dibini de boylatabilir, göğün en yüksek
noktasına da çıkarabilir. Yani insana insan olduğunu hatırlatacak şekilde yoğun şeyler
yaşatabilir. Bence bu sıkıcı bir yıl geçirmektense heyecan dolu bir hafta geçirmek çok daha
evladır. Aşktan işte bu yüzden vazgeçemeyiz. Bu heyecan olmadan yaşamlarımızın bir
esprisi kalmaz. Bu heyecanı elde etme hayali bile pek çok dünyevi uğraştan üstündür. Aşk
işte böyle karmaşık bir kimyaya sahiptir, ancak berrak gözlerle baktığımız zaman bu
kimyasal bağı oluşturan moleküllerin zarafetine hayran kalmamak mümkün değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder