Geçtiğimiz ay Enis Batur'un Başkalaşımlar XXI-XXX adlı deneme kitabını okuma fırsatım oldu. Enis Batur'u hem kendine has üslubu hem sanat ve hayat üzerine sorgulamaları hem de üretkenliği bakımından oldukça beğenirim. Dilimizde bu kadar kendi işine bakan, amiyane tabirle sağa sola salça olmadan en iyi bildiği şeyi, yazmayı sürdüren başka bir yazar yok galiba günümüzde. Bu bakımdan kendisine özel bir muhabbet de besleyerek yazdıklarını karınca kararı takip etmeye çalışırım. Bu denemelerinde de Batur, yaratıcılık meselesini pek çok farklı yönüyle ele alıyor. Ben de yaratıcılık kavramı üzerine düşünmeyi oldukça severim. Özellikle memleketimizdeki "yaratıcı sınıf" olarak adlandırabileceğimiz sinemacı, reklamcı, edebiyatçı tayfasının "yaratıcılık" adı altında hep aynı teraneyi tekrarlamasından da oldukça rahatsız olarak yaratıcılık üzerine kendi kendime düşünmeyi severim. Batur'un eseri de benim bu düşüncelerime bir çeki düzen vermem açısından oldukça faydalı oldu. Her şeyden evvel, ülkemizde "-mış gibi yapmak" çoğu kez bir şeyler üretmekten çok daha üstün görülüyor. Bir şeyler üzerine düşünmek, düşünmek ve düşünmek elbette harikulade bir şey. Ancak eylem, düşüncenin daima önündedir ve öyle kalacaktır. Diğer türlü söyleyeyim: Bizim ülkemizde yenilikçilik (inovasyon), girişimcilik, yaratıcılık gibi alanlarda büyük bir atalet gözlemlemekteyim ben. Yani insanlar sürekli şahane bir fikirleri olduğundan dem vuruyorlar, ancak bu fikirlerin çok ama çok azı gerçeğe dönüşebiliyor. Bir şeyleri iyi ya da kötü yapmaktan ziyade, bir şeylerin düşünme ve hayal etmek daha üstün tutuluyor. Fakat hayatın böyle bir şey olmadığını ben bizzat şu yaşıma kadar birçok örnekle gördüm diyebilirim.
Yaşım belki ufak, lakin hayatın deneyip yanılmaktan, daha iyi deneyip, daha iyi yenilmekten ibaret olduğunu düşünüyorum Samuel Beckett'in de belirttiği gibi. Yaratıcılık, ancak hata yaparak mümkündür. Hata yapa yapa artık bir şeyin nasıl doğru biçimde yapılacağını öğreniriz. Keza ampulü bulan Edison dahi ampulü bulmak için 1000 kere yanılmasına karşın, "Ampulü bulmak 1000 adımdan oluşan bir süreçtir." diyor. Yani ilk tahlilde bin kez hata yapmış, bin kez başarısız olmuş gibi dursa da aslında ampulü bulmak bin adımdan oluşan bir süreçtir. Her hata, bir şeyi başarmak için izlenmemesi gereken bir rotayı belirtir ve kapsamı daraltır. Ancak maalesef dünyanın en başarılı insanları bile hatalardan ders almanın önemine vurgu yaparken, yaratıcılığın sonsuz sayıda hata yapmakla mümkün olduğunu ifade ederken biz, o kişilerin binde biri kadar bilgi birikimi ve öngörü sahibi olmamıza karşın ilk denemede her şeyin en iyisini yapmak istemekteyiz. Sinemaya yeni başlayan bir yönetmen öyle bir film çekmek istiyor ki, daha ilk filmi Cannes'da Altın Palmiye alsın. Roman yazan bir insan öyle bir roman yazmak istiyor ki daha ilk romanıyla büyük yazarlarla aynı cümlede anılsın. Elbette, büyük düşünmek ve büyük hayallere sahip olmayı eleştirecek ya da yerecek değilim. Fakat yaratıcı faaliyetlerin, ister roman yazmak olsun ister musluk tamir etmeyi öğrenmek, zamana yayılan süreçler olduğunu gözardı etmek, insanlarda büyük bir hayal kırıklığına sebebiyet veriyor.
İlk mağlubiyette pes edilmesi de aslında devasa bir potansiyelin çöpe atılması anlamına geliyor. Kısaca sanatçı egosu diye bir şeyin varlığını kabul etmekle birlikte sanatçının (yaratıcı bir işle uğraşan kişinin) egolarından arınıp hata yapmaktan korkmamasını, güvenli alandan çıkıp farklı şeyler denemesini ve gerekirse defalarca başarısız olmasını; "satması kesin" şeyler üretmeye devam etmesinden daha önemli buluyorum. Yani tribünlere oynamak yerine gerekirse dizleri kanatırcasına çamurda düşüp kalkmak daima daha özgün ve kalıcı şeylerin üretilmesine gebedir. Kirlenmekten korkmamak tek mesele...