7 Haziran 2017 Çarşamba

Gürsel Korat'ın Unutkan Ayna Romanında Kapadokya



Geçenlerde Gürsel Korat'ın Unutkan Ayna adlı eserini okudum. Anne tarafından Nevşehirli olduğum için Kapadokya'ya özel bir ilgim var. Edebiyatımızda da Kapadokya bölgesinin tarihi araştıran ve bu araştırmalarını şahane bir üslup ve kurguyla romanlaştıran yazarların en önemlisi ve hatta birincisi Gürsel Korat. Kapadokya'da yaşayan eski halkların kadim geleneklerini adeta bir arkeolog, antropolog edasıyla araştıran ve bir zamanlar bu bölgede yaşayan insanların hikayelerini, geleneklerini, yaşam tarzlarını Korat gibi usta bir isimden, akıcı ve çoğu zaman çarpıcı bir üslupla okumak bana çok keyif veriyor. Son eseri Unutkan Ayna'da da yazar yine bu bölgeyi eserine dekor olarak kullanıyor, fakat dekor demek biraz yanlış olur. Zira onun eserlerinde Kapadokya'nın kendisi öykülerin baş kahramanı adeta. Sırf bu nedenlerle satın alıp okumaya başladığım Unutkan Ayna beni gene şaşırtmadı ve keyifli birkaç gün yaşamamı sağladı. Bu yazıda da bu romandan hareketle Kapadokya bölgesi özelinde edebiyatta mekan meselesini irdelemek istiyorum.

Yeni mekanlar görmek beni her zaman heyecanlandırmıştır. Yeni mekanlar derken de illa Kapadokya, Paris, Moskova, Ayder Yaylası, Bodrum gibi turistik yerleri kast etmediğimi belirtmeliyim. Sıradan bir Anadolu kasabasının kahvehansinde oturup çay içerek insanları seyretmek kadar zevk aldığım çok az şey vardır. Yani esas olan eskilerin dediği gibi "tebdil-i mekan"dır benim için, hava değişiminde her zaman ferahlık vardır. Her zaman yaşadığım şehirden birkaç günlüğüne uzaklaşıp yeni kültürler, yeni insanlar, yeni sokaklar görmek bana her daim ilham vermiştir. İşte bu anlamda Gürsel Korat'ın Kapadokya'yı ele alışını son derece beğeniyorum. Yani mekanın özünü bilen ve her gün mekan hakkında yeni bir şeyler keşfetmenin coşkusunu yaşayan bir insan olarak Korat, edebiyatımızda belli bir mekanı, yani Kapadokya'yı çok büyük bir incelikle işliyor. Kapadokya da böylesine meraklı bir zihin ve ince kalem için bulunmaz bir fırsat doğrusu. Erciyes Dağı'nın engin zirvelerinden taşarak milyonlarca yıl önce Kapadokya Havzası'nda biriken lavların zamanla şekillenmesiyle oluşan peri bacaları, sanki tarih öncesi çağlardan beri şahit oldukları olayları, insanları ve medeniyetleri duymasını bilen kulaklara usulca fısıldıyor gibidir. Dünyanın belki de hiçbir yerinde görülmeyen bu doğa harikalarının biçimsel ve içsel özelliklerini yılmadan usanmadan anlatabilmesi bakımından Gürsel Korat'ı ayrı bir yer koymak gerektiğini de eklemek gerekir. Unutkan Ayna adlı eserinde 20. yüzyılın başlarında bölgede yaşayan halkların hayatını, bölgede çok eski çağlardan beri sürüp gelen gelenekler ve yaşam tarzları bağlamında aktarmasını eserde çok beğendim. Adeta okuru da alıp 100 yıl öncesine götürüyor, bunu yaparken de bölgenin tarihine hakim olması nedeniyle 100 yılı da aşıp zaman zaman 1000 yıllık bir yolculuğa çıkarıyor yazar.

Sonuç olarak diyebilirim ki Korat gibi bir yazara ve Kapadokya gibi bir bölgeye sahip olduğumuz için şanslı sayabiliriz kendimizi. Bu ikiliden daha iyi bir şey varsa o da yazarın bu coğrafyaya duyduğu sarsılmaz sevgi ve saygı. Zira edebiyatımızda mekanların ve şehirlerin birincil önemde olduğu eserleri bulmak pek kolay değildir. Genelde bizde coğrafya sos olarak kullanılır ve hikayenin kendisine doğrudan etki yapmaz. Elbette kendi birikimim dahilinde böyle bir iddiada bulunuyorum; ancak Gürsel Korat'ın kalem işçiliği ile Kapadokya'nın binlerce yıllık tarihini ve kültürünü eşelemesi kadar incelikli bir edebi eser göremedim henüz. Bu anlamda edebiyatta mekan meselesini önemsiyor ve oturduğunuz koltuktan kalkıp Göreme'ye, Ürgüp'e, Orta Anadolu'ya doğru şöyle bir uzanmak istiyorsanız bu eseri muhakkak okumalısınız.


Gürsel Korat. Unutkan Ayna. Yapı Kredi Yayınları. 2015.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder