10 Haziran 2017 Cumartesi

Ercan Kesal - Cin Aynası



Geçenlerde Ercan Kesal'ın Cin Aynası adlı şahane öykü kitabını okudum. Kesal'ı Nuri Bilge Ceylan filmlerinden tanıyordum, ama özellikle Peri Gazozu adlı kitabından sonra daha yakından takip etmeye başladım. Kesal'ın hekim olması nedeniyle Anadolu'nun dört bir yanını karış karış gezmesiyle ortaya çıkan yüzlerce olağanüstü hikayeyi son derece akıcı ve "yakıcı" bir dille anlatıyor olmasından aldığım hazzı tarif edemem. Kah bir köy kıraathanesinde dedesinin koynuna sokulan yetim bir çocuğun hüznünü kah kasabaya ilk kez inen yaşlı bir kadının gazoz içişini derin bir psikolojik gözlem gücü ve doğallıkla anlatması nedeniyle Kesal'ın yazdıklarını bana çok iyi geliyor. Bu yazıda da yukarıda alıntıladığım pasajdan hareketle Kesal'ın ele aldığı modern çağdaki tahammülsüzlük meselesini yine kitaptan edindiğim izlenimle aracılığı ile aktarmak gayesindeyim.

Bence günümüzde diğerkamlık diye bir şey kalmadı. Koca şehirlerde gün boyu iaşesini temin etme derdiyle insanlar yanlarındaki kişilerin dertlerini ya da mutluluklarını görme fırsatı bulamaz durumdalar. Trafik, iş stresi ya da işsizlik, giderek hayatımıza daha da yerleşen internet ve sosyal medya kültürü insanları yalnızlığa ve bencilliğe itmiş durumda. Kesal'ın yalnızlık konusunda yaptığı tespite son derece katılıyorum. Yalnız kalmaya çalıştığımız, özel alanımızı ve mahremimizi korumaya çalıştığımız, insanların yüzlerine nefretle baktığımız bir dönemdeyiz; ancak gene de insanlara muhtacız. Yalnızlık arzusuyla tutuşuyoruz; fakat aynı zamanda yalnız kalmaktan da ölesiye korkuyoruz. Artık yalnızca elektrik kesildiğinde ya da internet bağlantısı koptuğunda bir ev içindeki bireyler biraraya geliyor. Kendi ailemden örnek vermem gerekirse sadece akşam yemeğinde tüm aile birarada olabiliyoruz, onda da babam haberlere odaklanıyor, kardeşim tabletinden oyun oynayarak yemek yiyor, ben arkadaşlarımla yazışıyorum, annem de telefonda birileriyle konuşuyor. Yani sözde ailecek yemek yiyoruz ama herkes yalnız aslında, herkes kendi dünyasında. Ya da evin dışına çıkalım. Metroya bindiğimde herkes telefonuna gömülmüş bir şeylere bakıyor. Halbuki yanyana oturan insanların havadan sudan dahi olsa paylaşacak pek çok şeyi olabilir. Ercan Kesal'ın eserinde yalın ve çarpıcı bir şekilde vurguladığı gibi acımasızlık çağı bu. Yani insanlar iktisadi rasyonalite soğukluğuyla muhatap oluyor birbirleriyle, ancak ucunda bir menfaat var ise karşıdaki kişiyle iletişim kuruluyor. Bunun dışında gönülden ve samimi bir şekilde iletişim kurmak çok zor çağımızda. Diğer bir ifadeyle içinde yaşadığımız çağ kardeşi kardeşi yabancı kılacak kadar zihni meşgul eden ürünler sunuyor piyasaya durmadan. Artık internet fenomenlerinin özel sorunlarını ve mutluluklarını kendi kardeşimizinkinden daha iyi bilir hale geldik. Bu durumun artçı sarsıntılarını duyar gibiyim ben şahsen, ancak gelecek birkaç on yılda bu bencillik, yalnızlık ve umursamazlık halinin toplumlarda daha derin yaralar açacağını görüyorum maalesef.

Sonuç olarak Kesal'ın enfes öyküleriyle nasıl bir toplum haline geldiğimiz konusunda verimli bir iç muhasebe yaptım diyebilirim. Yukarıda eleştirdiğim hususların pek çoğuna ben de ortak oluyorum, ben de başımı “parlak” ekrandan kaldırmıyorum çoğunlukla. Kolay geliyor, rahat geliyor yanımda oturan kişiye halini hatrını sormak varken sanal kişiliklerle soğuk muhabbetlere girişmek; ancak bu durumdan, bu “çılgınlıktan” gitgide ben de rahatsız olmaya başladım. Bu rahatsızlığımı yeniden yüzüme vurması nedeniyle Cin Aynası adlı eseri çok beğendim. Böyle metinler gerek zaten, okuyanı uyutmayan, bilakis  rahatsız eden ve harekete geçme cesareti veren daha çok kitap yazılması ümidiyle...

Ercan Kesal. Cin Aynası. İletişim Yayınları. 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder