9 Mayıs 2021 Pazar

Türkçenin Sahipleri

Türkçeyi ayakta tutan isimlerin başında Haydar Ergülen gelir kanımca. Onun çok yönlü bir edebiyatçı olması nedeniyle şiirleri kadar düzyazıları da okumaya değer niteliktedir. Geçen hafta klasik “Dost” gezintilerimin birinde onun denemelerinden oluşan Düz Yazı-100 Yazı adlı eserini görüp hemen satın aldım. Eve doğru yola koyulurken kitaptan rastgele açtığım bir deneme ise uzun bir süredir zihnimi meşgul eden bir meseleye, zamansızlığa değiniyordu. Onun söyleyişiyle “zamansızlıktan şikayet etmeye zaman bulabilen” insanların olduğu bir çağda zamansızlık, boş zaman, serbest zaman gibi kavramları biraz eşelemek gerekiyor sanıyorum. Ben de Ergülen'in eserinden hareketle bu konu hakkındaki düşüncelerime bir çömlek ustasının kile şekil verişi gibi biraz şekil vermeye çalışacağım. Hızın hüküm sürdüğü bir çağın insanlarıyız bizler. Her şeyin hızla, parayla, karlılıkla ölçüldüğü bir sosyal ve ekonomik paradigmanın parçalarıyız. Bu nedenle yavaş kalan, tembellik hakkını kullanmaya çalışan, düzene alternatif sunmaya çalışan insanların marjinalize edilerek sistemde atıldığı bir düzen bu. Sistem kendini hız ve durmaksızın çalışma üzerine kurmuş durumda. Ancak dışarıdan biri olarak bu tasvire baktığımda ilk başta bir gariplik sezemiyorum. Hız mı? İyi ya, her şey daha hızlı. Üretim daha hızlı, ulaşım daha hızlı, iletişim daha hızlı. Ancak kazın ayağı bence hiç de öyle değil. Üretim hızlı. Üretimi makineler yapıyor. Ancak bu kez de insan emeğini özgürleştirmesini bekleyebileceğimiz makinelerin kölesi haline gelmiş durumdayız bence.

İletişim hızlandı ancak iletişim becerilerimiz, insanlararası iletişim ve muhabbet aynı oranda hızlanmadı. İşte burada sorun. Modernitenin getirdiği unsurlar, kağıt üzerine muazzam faydalara sahip. Bazıları gerçekten de hayatımızı çok kolay hale getirdi. Ancak büyük resme bakıldığında manzara hiç de öyle değil. Bunun en bariz örneğini de 365 gün içinde maksimum 20 günlük tatil hakkı olan mavi ve beyaz yakalılardan görebiliriz. Bir insan 20 günlük tatil için tüm yıl çalışır mı yahu? Yaptığımız işleri insanlardan 10 kat, 100 kat, 1000 kat daha hızlı ve verimli şekilde yapabilecek makineler geliştirilmesine rağmen yine de insanın emeği sömürülmeye devam ediyor. Genel manzara bu şekildeyken benim öneri sürdüğüm bir tez var. O da bu devranın bu şekilde sürdürülemeyeceği. Yani insan serbest zamanı, kendi öz gelişimine yönelik imkanları bulamayınca hiçbir alanda belli bir noktanın üstünde yenilik yapamaz. Sistem kendini bir sarmalın içine soktu ve dönüp dönüp aynı noktaya geliyor, vasat bir hızı aşamaz hale geliyor usulca. Bunu insan deneyimlerine aktarırsam şöyle bir örnek verebilirim. Eskiden günler geceler demeden ders çalışırdım. Başımı kitapların arasına gömer, kendimi dünyadan soyutlar, önümdeki yazılara dalardım. Fakat ne kadar çalışırsam çalışayım, bir süre sonra okuduklarımın kafamın içinde zerrece yer etmediğini fark ettim. Çok çalışıyordum ancak başlangıçtaki verimi sürdüremiyordum. Vasat bir hızla, bildiklerimi tekrar ediyor, yeni bilgileri kazıyamıyordum kafama. Ancak bu süreçte bazı günler kendimi kırlara, konserlere, açık havaya, sevdiğim şeyleri yapmaya verdiğimde; yani serbest zaman yaratıp kafamı biraz boşalttığımda ders çalışma verimliliğimin tekrar zirve yaptığını gördüm.

Buradan hareketle, zihinsel ve bedensel süreçlerde ara vermenin, serbest zaman gerekliliğinin ne kadar önemli olduğunu kavradım ve çalışma düzenimi yeniden şekillendirdim. Diyeceğim, halihazırda data sağanağı altında yaşayan insanlar olarak kafamızın içi gerekli ya da gereksiz binlerce şeyle doluyken kendimize serbest zaman yaratabilmenin önemini kavramamız şart. Aksi halde, kısır döngüye girer ve harcadığımız zamanın ve emeğin gerçek karşılığını alamayız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder