Her Şey Çok Güzel Olacaktı! Geçenlerde Orhan Türker'in Pera'dan Beyoğlu'na adlı eserini okudum. Türker'in büyük bir titizlikle ve hoş bir anlatımla kaleme kaleme aldığı bu eserde Osmanlı'dan bu yana azınlıkların semti olmuş Pera'nın dönüşümü anlatılıyor. Dönüşüm, yaşanan olaylar ve devlet politikaları sıkı bir araştırma ve sözlü tarih çalışmasıyla çok iyi anlatılmış. Ben bu eseri okuduktan sonra Cem Yılmaz'ın Her Şey Çok Güzel Olacak (1998) adlı ilk ve en güzel filmini izledim. Zira Pera ile ilk tanışmam 2000'li yılların başında olmuştu ve bu filmde de Türkiye'nin, İstanbul'un, Pera'nın, Beyoğlu'nun, Galata'nın son 15 yıldır maruz kaldığı tecavüz süreci o zamanlar henüz başlamamıştı. Diğer bir anlatımla, kitapta bahsedilen "Nerede o eski Pera..." ifadelerini ben bile bu kısacık hayatımda deneyimlemiştim. Çocukluğumdaki Pera ve Beyoğlu ile bugünkü durum arasında feci bir fark var. O nedenle eserde de sıkça sözü edilen mutenalaştırma ve beceriksizlik kavramları bakımından İstanbul'un bugünkü haline kısaca değinmek istemekteyim. İstanbul, kadim bir kent ve dünyada başka hiçbir kentin sahip olmadığı pek çok özelliğe sahip. Mesela bunların başında kendi insanı tarafından talan edilmesi geliyor! Sahi yahu, Budapeşte ya da Varşova, İstanbul'dan hangi açılardan üstün?
-Benim bildiğim kadarıyla İstanbul kadar tarihleri yok. Ancak bu kentlere baktığımız zaman kaldırım taşlarının bile belli bir estetiğe sahip olduğunu görüyoruz. Bugün İstanbul'a baktığımız zamansa her yanı çimento ve inşaat kumu kokan, tarihi silüetlerinin ortasına çirkin gökdelenlerin dikildiği bir şehir görüyoruz. Her kentin kentsel dönüşüme ya da yeni yapılara ihtiyacı vardır, bunu reddedemeyiz. Ancak İstanbul'da koruma altına alınması gereken semtler bile bu inşaatlaşmadan nasibini alıyor. Pera ve Beyoğlu üzerinden gidelim. Ben 2000'li yılların başında gitmiştim İstanbul'a ilk kez. Babamla birlikte İstiklal Caddesi'ni boydan boya geçtiğimde yaşadığım coşkuyu hatırlıyorum da bugün bile hiçbir Avrupa şehri beni o kadar heyecanlandırmıyor. Şahane bir kalabalık, ılıman bir hava, ağaçlı upuzun bir yol... Dükkanlardan gelen ve birbirine karışan nefis müzikler... Tam bir karnaval hali vardı caddede. Aradan 15 yıl geçtikten sonra bugün İstiklal Caddesi'nden geçmek benim için kaçınılması gereken bir durum. Taksim'den, Tünel'den geçmek hem cesaret hem de çelik gibi bir sinir ve sabır istiyor. Türker'in eserini okurken kafamın içinde sürekli Cem Yılmaz'ın en güzel filmi Her Şey Çok Güzel Olacak canlandı. Çünkü bu film belki de İstanbul'un en keyifli olduğu bir zaman diliminde çekilmiş. Beyoğlu ve çevresi, yani İstanbul'un merkezinde hala şahane binalar duruyor, soysuz AVM'ler tarafından talan edilmemiş. İstiklal Caddesi'nde hala asfalt değil, Arnavut kaldırımları var ve caddede ağaçlar var! Velhasıl, Pera ve Beyoğlu'nun dünden bugüne dönüşümü ile benim şahsi Pera ve Beyoğlu'mun dönüşümü arasında büyük bir paralellik olduğunu görmek beni “üzdü.” Hoş, bu dönüşüm (geri dönüşüm değil, geriye dönüşüm!) sadece İstanbul'la sınırlı değil. Hatta sadece şehircilikle de sınırlı değil. Memleketçe şehircilikten sinemacılığa, edebiyatçılıktan akademisyenliğe dek geniş bir kapsamda bir kokuşma mevcut bugün.
Tabii ki bu şartlar altında dahi dik durup mücadele eden birçok onurlu insan var. Buna karşın onların da bu ülkeden umudunu kesip beyin göçü gerçekleştirmemesi için herhangi bir engel bulunmuyor. Yani diyeceğim şey, elindeki kıymetli bir nesneyi kaybeden ve kaybettikten sonra bile onun değerini algılayamayacak hale gelen, mankurtlaşmış bir toplum olup çıkıverdik. Belki modern ve fahiş derecede pahalı yeni yapılar üretilebilir ancak kendine has bir dokusu ve tarihi olan Pera, Beyoğlu, İstanbul gibi yerleri yeniden inşa edemezsiniz. Yazık ki ne yazık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder