Yazarın, şairin ya da herhangi bir meslek erbabının kadını ya da erkeği olmaz, yetkini olur diye düşünürüm ben. İşini iyi yapan bir insanın cinsiyeti yahut cinsel yönelimi kimsesi ilgilendirmez. Keşke memleketemizde bu görüş daha da yaygınlaşsa diye içimden temenni etmekten başka bir yol da bilmiyorum. Tüm bunlara rağmen yine de bazen kadın yazarları okumak bana daha büyük keyif verir. Kadınların kelimeleri seçerken erkeklerden daha incelikli davranabildiklerini düşünürüm bazen. Tabii bu erkek yazarlar için de ziyadesiyle geçerlidir. Ancak yine de her ne olursa olsun, bazen kadın yazarları okumayı tercih ederim. Karşı cinsten bir kişinin ele aldığı konuyu hangi yönleriyle incelemeye çalıştığını merak ettiğimdendir tüm bunlar aslına bakarsanız. İşte yine bu saikle elime aldığım Yazı Bahçesinden adlı Füsun Akat kitabı beni hayal kırıklığına uğratmadı. Tam tersine son zamanlarda okuduğum ne zarif metinleri okumamı sağladı. Gündelik yaşama, şiire, edebiyata, kültüre; kısaca düşünce hayatına yönelik çok katmanlı denemelere yer verilen bu kitapta ise en çok gündelik yaşam, sokakta yürüyen sade bir vatandaş olmak gibi konuları ele alan denemeler ilgimi çekti ve bu konular hakkında yazarla karşılıklı söyleşirken buldum kendimi.
Kanaatimce sıradanlık kadar büyük bir lüks yok. Bakın, “cehalet erdemdir” gibi deli saçması bir şey demiyorum. Ben sıradanlığın, yolda giderken hiç kimsenin ilgisine, övgüsüne ya da sövgüsüne mazhar olmamanın büyük bir keyif olduğunu savunuyorum. Çünkü gündelik olan, sıradan olan, dikkat çekici olmayan bulunduğu koşulların tadını doyasıya çıkarabilir. Bazen ünlülerin sokakta özgürce yürümenin tadını özleyip özlemediklerini düşünüyorum. Sokakta yürüyen sade bir vatandaş olmanın ilk başta çekici hiçbir yanı yok tabii. Kulağa adı üzerinde “bayağı” geliyor. Fakat kentte yürüyüş yapmanın ben çok önemli bir şey olduğunu düşünenlerdenim. Kentin bulvarlarında özgürce yürümek, dilediğin yerde oturup bir çaykahve içmek, ilgini çeken dükkanın içine girip hiçbir şey satın alma şartı olmadan ürünleri incelemek, pasajlara girip her biri birbirinden farklı dükkanlardaki çalışmaları uzaktan izlemek, bir banka oturup güneşin kemiklere sirayet edişini duyumsamak ve gelip geçen, ne düşündüklerini, ne gibi hayalleri ya da hayal kırıklıkları olduğunu düşündüğün insanları izlemek. Bence yaşam tam olarak budur, ben buna hayat derim. Evet, belki hayata dair standartlarım, beklentilerim, çıtam düşük gibi görünebilir, ancak sıradanlığın tadını bir kere tatmaya görsün insan; şana, şöhrete, topluluk içinde tanınmaya ya da gösterilmeye mesafeyle yaklaşır hale gelir. Sıradanlığın tadına varan insan için zaman daha yavaş ve daha yoğun akar aynı zamanda. Bir defa yapılan eylemlerin tadına varılır.
Hız bağımlısı olan modern insan için bir şeyi tadını çıkara çıkara yapmak artık hayalden öte bir şey değildir. Ancak yine de benim gibi modern bir hayatta yaşamasına rağmen onu protesto ederek bir şeylerin tadına varmaya çalışan insanların varlığını gördüm diyebilirim Füsun Akat'ın yazılarını okurken. Okuma ve yazma eyleminin aceleye gelmediğini, ancak sıradan ve mütevazi bir hayat sürerek yazar olunabileceğini gördüm onun yazılarında. Sözlerimi sonlandırmadan önce ben de insanlara biraz yavaşlamalarını, sıradan şeylere taze bir bakış açısıyla bakmalarını ve ufak şeylerden keyif almaya çalışmalarını tavsiye edebilirim. Sıradan bir insan olarak yapabileceğimin en üstü budur zira. Ufak tefek şeylerde de bakış açısına bağlı olarak hayret uyandırıcı ve zevkli detaylar yakalanabilir. Hayat dediğimiz şey de sanıyorum ki bu mini ayrıntılarda saklı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder