9 Mayıs 2021 Pazar

Kırmızı Kazak

Meltem Gürle'nin Kırmızı Kazak adlı kitabında yer alan denemeler, son dönemlerde okuduğum en sıkı metinlerdi. Ya okul nedeniyle ya da başka nedenlerle bilemiyorum, kendimi kurmacadan  uzaklaşır halde buluyorum son yıllarda. Artık deneme, inceleme, araştırma gibi kurmaca dışı eserlere yöneliyorum. Bunda kavramları ve olguları daha iyi anlama ve öğrenme isteği de var diyebilirim. Tabii ki bir araştırma eserinin anlatamadığını bir şiir kolaylıkla dile getirebilir, bunu kabul ediyorum ancak yine de denemeler, incelemeler beni daha çok çekiyor. Gürle'nin eserinde de gündelik yaşama dair harika bir üslupla kaleme alınmış onlarca deneme bulunuyor. Bu denemeler içinde benim zihnimde ise en çok teknoloji ve gençlik arasındaki ilişkiyi ele alan deneme yer etti diyebilirim. Bu yüzden bu meseleyi kendi çapımda bir miktar açmak istiyorum.

Benim de dahil olduğum nesil başta olmak üzere teknolojinin içine doğan bir kuşak geliyor. Bu kuşak daha doğar doğmaz, tabletle, akıllı cihazlarla ve internetle sarmaş dolaş oluyor. Yani daha henüz gerçek dünyayı keşfetmeden sanal bir dünyanın içine giriliyor. Teknoloji gün geçtikçe gelişmeye devam edecek ve 2018 itibarıyla hayal dahi edemeyeceğimiz pek çok yenilik bundan 5-10 yıl sonra hayatımızda olacak. Bu çok güzel bir durum, teknolojinin sınırlarını önceden kestirememek beni epey heyecanlandırıyor. Fakat bir durum var daha var odaklanılması gereken. O da yeni neslin bu teknolojilerden ne şekilde yararlandığı. Daha açık bir söyleyişle, sanal ve reel dünya arasında dengenin nasıl kurulması gerektiği büyük bir soru işareti olarak öylece bekliyor. 3 yaşındaki bir çocuğun, örneğin yeğenimin, GTA 5 gibi silahların, uyuşturucuların ve akla gelebilecek her türlü suç unsurunun bolca kullanıldığı bir oyunu oynayabilmesi ve ebeveynlerinin “Hepsi böyle şekerim, bu yeni nesil çok fena.” gibi naiflikle umursamazlık arasında bir yere konumlanması, bana üzerinde ciddi şekilde düşünülmesi gereken bir konu gibi geliyor. Bu çocukların ve gençlerin, formasyon çağlarında doğa ile, toprak ile, bulutların şekilleriyle, yaprakların dokularıyla, hayvanların desenleriyle ilgilenmeleri gerekir diye düşünüyorum ben. Çünkü içine doğduğu doğal koşulları bilmeyen bir  insan, hayata adapte olmakta büyük zorluk çekecek, her şeyi oyunlarda olduğu gibi “shortcut, hack” gibi hilelerle çözüme kavuşturmaya çalışacaktır. Gel gelelim, hayat hile kabul etmez. Hayattaki en ufak bir başarının ardında bile ciddi bir adanmışlık vardır. Bu bakımdan özellikle çocukların ve gençlerin teknolojinin sağladığı kolaylıkları eksik yorumlayarak istedikleri şeylerin çabucak gerçekleşmesi yönünde yorumlamalarının ileride bilim-kurgu filmlerinde (Örneğin Black Mirror'da) olduğu gibi kaotik ve distopik durumlara sebep olabileceğini söylemek mümkün görünüyor bana.

Emek, vefa, dostluk, doğa sevgisi gibi temel insani değerlere sahip olmak için kişiliğin şekillenmesinde büyük önem arz eden çocukluk ve gençlik yıllarının bilgisayar başında heba edilmemesi gerektiğini düşünüyorum kısaca. Bunu başarabilmek için de evvela anne, baba ve eğitimcilerin meseleye el atması, çocuklarına doğru bilgileri aşılamaları gerekiyor sanki. Teknolojiyi geliştiği için suçlayamayız, ancak çocukların eğitimini ve gelişimini sağlayan ortamlardan sorumlu kurumları ve kişileri bu noktada baskı altına alarak gereken düzenlemelerin yapılmasını sağlayabiliriz. Çünkü insan ancak belli  bir toplumsallık içinde yaşarsa insanlığını sürdürebilir. Tümüyle içine kapalı, bireyselliğin tavan yaptığı bir insan topluluğu arasında hiçbir hukuki ve insani bağın kalmayacağını önceden söylemek bana abartı gibi gelmiyor.  O nedenle diyorum ki bilgisayarın başında video izlemektense, sokağa çıkıp insanları izlemek daima daha tercih ve teşvik edilesi bir şeydir! 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder