Çağın buluşu, internet. Çağın hastalığı, internet. Çağın mucizesi ve çağın çıkmazı internet. Biraz Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikayesi kitabının girişi gibi oldu ama interneti çok iyi ifade ettiği bu tarzı seçtim. Çünkü çift yönlü, zararı kadar yararı, yararı kadar zararı olan buluş internet. Tek tıkla dünyayı ayağımıza seriyor, hiç gitmediğimiz ya da gidemeyeceğimiz yerleri görmemizi ve hakkında bilgi almamızı sağlıyor. Veya hiç bilmediğimiz bir yere gitmemizi sağlıyor. Bilgi çağı diye adlandırdığımı 21. Yüzyılda bilgiyi ekmek kadar su kadar kolay ve ulaşılır kılıyor. Öyle ki Norveç’te internet hakkı, temel insan hakları arasına alınıyor. Fakat internet gerçekten bu kadar muhteşem mi? Yazının girişinde vermeye çalıştığım ikilik tam olarak buydu zaten. Bu kadar iyi, bu kadar yaygın ve bu kadar verimli bir şey, her olguda olduğu gibi kendi içinde olumsuzluklarını da taşısa; dahası bu olumsuzluklar bizi ele geçirse ne olacak? Birleşik Amerikalı araştırmacı gazeteci Jamie Bartlett bu meseleyi incelemiş ve internetin kötü yanlarını ele alan bir kitap yazmış. “Bu dünya, son derece özgür ve karmaşık olduğu kadar, aynı zamanda tehlikeli ve rahatsız edici. Üstelik size düşündüğünüzden çok daha yakın” diyor Bartlett. Bir yandan Arap Baharına, Gezi Parkı’na, sosyal medyada ilik kanseri insanlar için ilik bulunmasını sağlarken, bir yandan da insanların istediği kimliğe bürünebilmesine ve bu sayede istediğini yapabilmesine olanak sağlıyor.
Yani internet dediğimiz şey, Twitter, Facebook’tan, ekşisözlük’ten, Spotify’dan ibaret değil; hatta bu kısım sadece buz dağının görünen bölümü. İnternetin asıl kısmı “deep web” diye tabir edilen “derin internet”te yaşanıyor. Trollerden, uyuşturucu tacirlerine, hackerlardan porno yapımcılarına kadar pek çok kötülüğü bünyesinde barındırıyor. Sıradan vatandaşın “bunlardan bize ne, bunlar interneti çok iyi bilen bilgisayarcıların kendi aralarındaki siber savaştan ibaret” dediği şey gelip kendini vurabiliyor. Sadece sosyal medya hesaplarında paylaştıkları bilgilerin hiçbir zarar vermeyeceğini düşünen pek çok insan aslında kendini hackerlara teslim etmiş durumda. Veya uzaktaki ailesini görmek için Skype üzerinden görüntülü bağlantı yapan biri, herhangi kötü niyetli bir bilgisayar uzmanının kullanabileceği görüntülü kayıtlar bırakıyor. Daha da kötüsü, bilgisayarla hiç ilgisi olmasa da bilgisayarın önünden geçen birinin bile görüntüsü kayda alınabiliyor. Peki, bunlarla ne yapılabiliyor? Birleşik Devletler yapımı Black Mirror adında bir dizi işte bunları işliyor, izlemenizi tavsiye ederim. İnsanlığın hırslarını, yaratıcılığının sınırlarını düşününce korkmakta çok haklıyız. Çünkü gerçekten kullanmasını bilen biri bu bilgilerle sahte bir kimliğe bürünerek sizin yerinize bile geçebilir. Bu yazının konusu olan kitabın yazarı Bartlett ve Black Mirror senaristleri başta olmak üzere pek çok kişi internetin sanıldığı kadar da iyi niyetli ve olumlu bir yapı olmadığını düşünmeye başladı. Google’a yaptığımız her bir arama kayıt altına alındıktan sonra, ürkütücü derecede doğru tahminlerde bulunan akıllı telefonlara sahibiz artık. Sadece bu kadarı bile bizi korkutmaya yeterken, üst düzey bir kullanımda devletlerin bile başına neler gelebileceğini hayal etmek zor değil.
Eskiden basit bir grip salgını on binleri öldürmeye yeterken, ilerleyen dönemlerde onun yerini verem hastalığı almıştı. Şimdilerde de kanserin çağımızın hastalığı olduğu söyleniyor ama bana kalırsa bu tamamen biyolojik bir yaklaşım. Dijital olarak baktığımızda internetin ne kadar yaygın bir kullanıma sahip olduğu düşünülürse kötüye kullanımda da bir salgın olması son derece muhtemel. Dijital yeraltı dünyasına ışık tutan Jamie Bartlett’ın bu kitabını mutlaka okumak ve internette daha tedbirli davranmak, daha emin adımlar atmak gerekiyor. Son dönemin yaygın korkusuyla ve biraz da şakayla karışık bitirmek gerekirse, “bunlar hep Amerika’nın oyunları olabilir”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder