Okuma
ve yazmayı ilkokul birinci sınıfta öğreniriz. Okuma ve yazmayı
öğrenişimiz yakamıza takılan kırmızı kurdelelerle kutlanır.
O hafta evin içinde bir şenlik havası olur. İstediğimiz hediye
alınır, anne babamız tarafından ödüllendiriliriz. Tüm bunlar
okuma ve yazmayı becerebildiğimiz içindir. Ancak bir kağıt
üzerindeki harfleri heceleyerek anlamlı bir kelime telaffuz edince
okumayı öğrenmiş olmayız diye düşünüyorum ben. Okumayı
öğrenmek yaşam boyu devam eden bir süreçtir kanımca. Çünkü
okumak harflerin şifresini çözmekten çok daha başka bir şeydir.
Bugün sokağa çıkıp 100 kişiye bir paragraf okutsak ve 15 saniye
sonra bu metinden ne anladıklarını sorsak büyük bir kesmin
metnin bağlamını dahi söylemekten aciz olduğunu göreceğimize
eminim. Evet, bağlam diyorum. Bana kalırsa bir insanın ufkunun
açılması ve hayatında yeni bir evrenin başlaması ancak "bağlam"
kavramının ne anlama geldiğini bilmesiyle tezahür eder.
Bağlam
meselesine geçmezden evvel bir konuya açıklık getirmem lazım.
Ülkemizde herkes bir şeylerin uzmanı maalesef. Herkes bir konuda
kendini yetkin görmekte imtina etmiyor, tevazu denen şey bu ülkeden
göçeli çok oldu. Hangi alanla ilgileniyorsa o alanda bir miktar
bilgisi olan bir kişi, kendini ahkam kesme konumunda görmekten
çekinmiyor. Halbuki gerçekten yetkin bir insanın ahkam kesmekle
uzaktan yakından alakası olamaz. Burada bağlam kavramına
geçebiliriz. Yetkinlik, ancak uğraşılan meseleye dair geniş bir
okuma yapmakla kazanılır. Okumak demek, bağlamdan haberdar olmak
demektir. Okumayı öğrenmek demek herhangi bir X meselesine
farklı bakış açılarıyla bakmakla eşdeğerdir. Bunu ben çok
arkadaşlarım arasında çok gözlemliyorum: Herhangi bir konu
hakkında okunan yarım sayfa bir metin ile o konu hakkında
ortamlarda rahatça konuşabilme yetisine sahip oluyorlar; ancak
konuştukları şeyin sabun köpüğünden daha uzun bir etkisi
olmadığından haberdar değiller. Bir konuyu gerçekten idrak
edebilmek demek, meseleye farklı perspektiflerden yaklaşabilme ve
bir meseleyi konuşulan bağlam içinde ele alabilmek demektir. X
konusu ile ilgili bilinen bölük pörçük bilgiler, bu konu
açıldığında ortaya boca etmek aslında hiç okunmadığını,
konuya dair hiç kafa yorulmadığını, hiç araştırma
yapılmadığını apaçık ortaya koyar. Thomas Aquinas'ın
"Tek bir kitabı olan insana dikkat edin." sözünü bu
noktada önemsiyorum. Yani okuduğu tek bir metin üzerinden o
metindeki olguyu anladığını sanan ve başka bakış açılarına
ısrarla yüzünü çeviren insanın tehlikeli olduğu son derece
doğru bir tespit bana kalırsa.
Herkese
"Kitap okuyun n'olur..." diye yalvaracak ya da dil dökecek
değilim. Herkes kendi hayatını yaşar nihai olarak. Benim
seslendiğim kişiler, entelektüel geçinenler. Kendini çok şey
biliyormuş da başkalarının kendisini anlamayacağını düşünen
garip insanlara. Bu insanların hep bir acelesi vardır. "Şimdi
ben sana uzun uzun anlatırdım ama şuraya yetişmem lazım."
Bu sözü hem çevremde hem de internet ortamında çok duyuyorum.
Beyefendi ya da hanımefendinin epey parlak ve etkileyici düşünceleri
var ama zamanı yok. Zamanı olsa ufkumuzu 5-6 kat genişletecek. Ben
bu kişilere ve böyle ortamlara tek bir şey diyorum: Geçiniz.
Özetle gerçekten bilinen bir şey varsa anlatılmalı, yok sadece
blöf yapılıyor ya da poz kesiliyorsa da o kişi veya kişilerle
selam sabah kesilmeli. Bilmeden atıp tutan, ıssız adamlık, ıssız
kadınlık kesen insanlara tahammülümün kalmadığını bildiğim
için de insanlara karşı daha seçici olduğumu belirtebilirim.
Okuma meselesini ben önemsiyorum ve böyle önemli bir şeyi hafife
alan, dünyayı anlama konusunda çaba sarf etmeyen, üç kuruşluk
kırık dökük bilgilerini allayıp pullayarak satan kişilere garez
besliyorum. Bu tür insanların sadece sokakta değil; televizyonda,
üniversite amfilerinde, lise sınıflarında, meclislerde olduğunu
görmek ise işin en trajik boyutu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder