Yarış atı gibi yetiştirilen bir kuşak olduğumuzu düşünüyorum ben. Beşikten yetişkinliğe kadar olan süreçte sürekli bir şeyler ispatlama, sürekli bir yarışma halindeyiz. Kendi bildim bileli, birtakım sınavlara giriyor, bu sınavların sonucuna göre başarılı ya da başarısız oluyorum. Geleceğim bile bu ne idüğü belirsiz sınavların ucuna bağlı halde. Bu sınavların neden uygulandığı, bu sınavların neyi ölçmeyi amaçladığı hakkında hiçbir bilgilendirme olmadan kendimizi hipodromda silah sesini bekler halde buluyoruz. Diğer bir söyleyişle, hata kabul etmeyen bir ortam içinde yetişiyoruz. Hata yapmak, yanlış şeyler yapmak, başarısız olmak tolere edilemeyen şeyler. Hata yaparsak kötü çocuk, bize söylenenleri eksiksiz şekilde (papağan misali) tekrarlarsak da akıllı, uslu, başarılı, örnek çocuk oluyoruz. Lakin ben hata yapmak kadar öğretici ve eğitici bir başka eylem olduğunu sanmıyorum. Hatalardan ders alarak 11-12 yıllık eğitim-öğretim hayatından çok daha fazla ve yararlı şeyler öğrenebiliriz kanısındayım.
Hata yapmaktan bu kadar korkulmasını anlayabilmiş değilim. Şöyle bir dönüp yaşamıma bakıyorum da şu an gayet yetenekli olduğum konularda en akla hayale gelmeyecek hataları yaptım diyebilirim. Tabii bu şeyler benim kendi inisiyatifle öğrenmeye çalıştığım şeyler. Kod yazmak, Fransızca öğrenmek gibi kendi hür irademle başladığım bu girişimlerde akıl almaz hatalar yapmama karşın kimse beni eleştirmedi. Kimse bu hatalarım yüzünden beni yargılamadı, kimseden kırık not almadım, kimseden 'zılgıt' yemedim. Cesaretimin kırılmasına neden olabilecek bir senaryoyla karşılaşmadım. Bu nedenle klasik öğrenim hayatımızdaki gibi bir "metal yorgunluğu" yaşamadım. "Bunlar benim gerçek hayatta ne işime yarayacak?" diye sızlanmadım. Sonuç olarak kendi kişisel gelişimimden memnunum. Ancak buna karşın en azından üniversite öncesi eğitim hayatıma baktığım zaman amaçsızca kitaplar arasında kaybolmuş, dünyaya dair tecrübesi ve şahsi bir vizyondan yoksun bir genç insan görüyorum.
Ben bu açıdan eğitim sistemimizde düzeltilmesi epey uzun sürecek pek çok sorun görüyorum. Öğrencinin inisiyatif almasını reddeden bir anlayışla eğitim verilemez. Belki de eğitim hayatının en önemli unsuru, öğrencinin kendi başına da bir şeyler yapmasına destek vermek olmalıdır. Bizde ise bunun tamamıyla tersi uygulanıyor. "Eski köye yeni adet getirme." denen bir insan, nasıl günümüzün baş döndürücü hızla gelişen ve değişen dünyasına ayak uydurabilir? Eski köye yeni adet getirmemesi tembihlenen bir genç, nasıl Facebook benzeri bir platform yaratabilir? Böyle bir insan ancak kendinden önceki bilgi birikimini temcit pilavı gibi tekrar eden bir plak işlevi görür. Bilgi dünyasına yeni bir şey katamaz. Böyle olunca da yenilik, girişimcilik, üretim, teknoloji gibi alanlarda yerinde sayan bir toplum olur çıkarız. Hoş, şu anki manzara da tam bu tasvire uyuyor. Hata yapmasına müsaade edilmeyen bir insan, cesur hamleler yapamaz. Belli bir alan içinde döner durur. Bilineni tekrar eder. Yapılanı taklit eder. Bu da ortaya bir değer, orijinal bir ürün ya da hizmet çıkarmaz. Belki hata yapmaz bu kişiler, ama hiçbir yeniliğe de imza atamazlar.
Yani sözün özü, yara izi olmayan insanların hayata anlamlı katkılar yapabilmesini ben biraz zor görüyorum. Bırakın, düşelim. Bırakın, kirlenelim. Bırakın, toza toprağa bulanalım. Bırakın, geleneksel olandan farklı şeyler de üretebilelim. Pek çok yazarın, bilim insanının, sanatçının kendi zamanlarında hiç saygı görmemelerine karşın o kişilere bugün adeta peygambermiş gibi saygı gösterilmesinin ardında o insanların zamanında ezber bozan
şeyler üretebilmeleri ve saygı görmek için değil, kendilerini o şekilde ifade etmekten başka çarelerinin olmaması yatıyor.