17 Ekim 2018 Çarşamba

Garezim Var



Okuma ve yazmayı ilkokul birinci sınıfta öğreniriz. Okuma ve yazmayı öğrenişimiz yakamıza takılan kırmızı kurdelelerle kutlanır. O hafta evin içinde bir şenlik havası olur. İstediğimiz hediye alınır, anne babamız tarafından ödüllendiriliriz. Tüm bunlar okuma ve yazmayı becerebildiğimiz içindir. Ancak bir kağıt üzerindeki harfleri heceleyerek anlamlı bir kelime telaffuz edince okumayı öğrenmiş olmayız diye düşünüyorum ben. Okumayı öğrenmek yaşam boyu devam eden bir süreçtir kanımca. Çünkü okumak harflerin şifresini çözmekten çok daha başka bir şeydir. Bugün sokağa çıkıp 100 kişiye bir paragraf okutsak ve 15 saniye sonra bu metinden ne anladıklarını sorsak büyük bir kesmin metnin bağlamını dahi söylemekten aciz olduğunu göreceğimize eminim. Evet, bağlam diyorum. Bana kalırsa bir insanın ufkunun açılması ve hayatında yeni bir evrenin başlaması ancak "bağlam" kavramının ne anlama geldiğini bilmesiyle tezahür eder.

Bağlam meselesine geçmezden evvel bir konuya açıklık getirmem lazım. Ülkemizde herkes bir şeylerin uzmanı maalesef. Herkes bir konuda kendini yetkin görmekte imtina etmiyor, tevazu denen şey bu ülkeden göçeli çok oldu. Hangi alanla ilgileniyorsa o alanda bir miktar bilgisi olan bir kişi, kendini ahkam kesme konumunda görmekten çekinmiyor. Halbuki gerçekten yetkin bir insanın ahkam kesmekle uzaktan yakından alakası olamaz. Burada bağlam kavramına geçebiliriz. Yetkinlik, ancak uğraşılan meseleye dair geniş bir okuma yapmakla kazanılır. Okumak demek, bağlamdan haberdar olmak demektir. Okumayı öğrenmek demek  herhangi bir X meselesine farklı bakış açılarıyla bakmakla eşdeğerdir. Bunu ben çok arkadaşlarım arasında çok gözlemliyorum: Herhangi bir konu hakkında okunan yarım sayfa bir metin ile o konu hakkında ortamlarda rahatça konuşabilme yetisine sahip oluyorlar; ancak konuştukları şeyin sabun köpüğünden daha uzun bir etkisi olmadığından haberdar değiller. Bir konuyu gerçekten idrak edebilmek demek, meseleye farklı perspektiflerden yaklaşabilme ve bir meseleyi konuşulan bağlam içinde ele alabilmek demektir. X konusu ile ilgili bilinen bölük pörçük bilgiler, bu konu açıldığında ortaya boca etmek aslında hiç okunmadığını, konuya dair hiç kafa yorulmadığını, hiç araştırma yapılmadığını apaçık ortaya koyar. Thomas Aquinas'ın "Tek bir kitabı olan insana dikkat edin." sözünü bu noktada önemsiyorum. Yani okuduğu tek bir metin üzerinden o metindeki olguyu anladığını sanan ve başka bakış açılarına ısrarla yüzünü çeviren insanın tehlikeli olduğu son derece doğru bir tespit bana kalırsa. 

Herkese "Kitap okuyun n'olur..." diye yalvaracak ya da dil dökecek değilim. Herkes kendi hayatını yaşar nihai olarak. Benim seslendiğim kişiler, entelektüel geçinenler. Kendini çok şey biliyormuş da başkalarının kendisini anlamayacağını düşünen garip insanlara. Bu insanların hep bir acelesi vardır. "Şimdi ben sana uzun uzun anlatırdım ama şuraya yetişmem lazım." Bu sözü hem çevremde hem de internet ortamında çok duyuyorum. Beyefendi ya da hanımefendinin epey parlak ve etkileyici düşünceleri var ama zamanı yok. Zamanı olsa ufkumuzu 5-6 kat genişletecek. Ben bu kişilere ve böyle ortamlara tek bir şey diyorum: Geçiniz. Özetle gerçekten bilinen bir şey varsa anlatılmalı, yok sadece blöf yapılıyor ya da poz kesiliyorsa da o kişi veya kişilerle selam sabah kesilmeli. Bilmeden atıp tutan, ıssız adamlık, ıssız kadınlık kesen insanlara tahammülümün kalmadığını bildiğim için de insanlara karşı daha seçici olduğumu belirtebilirim.  Okuma meselesini ben önemsiyorum ve böyle önemli bir şeyi hafife alan, dünyayı anlama konusunda çaba sarf etmeyen, üç kuruşluk kırık dökük bilgilerini allayıp pullayarak satan kişilere garez besliyorum. Bu tür insanların sadece sokakta değil; televizyonda, üniversite amfilerinde, lise sınıflarında, meclislerde olduğunu görmek ise işin en trajik boyutu.